Pazartesi
Önce anne karnından ayrılırız, sonra anne göğsünden ve anne kucağından. Derken baba her sabah işe gitmek için evden ayrılır, sonra evdeki oyuncak kırılır, en sevilen elbise eskir, yırtılır. Kişi her ayrılığı bir kayıpmışçasına yaşar, her seferinde ayrılığa hassaslaşır, her ayrılıkla birlikte de bu durum pekişir. Kişi, bağlanıp ayrıldığı kişilerin, nesnelerin, şeylerin kendisinde bıraktığı acılarla dolup taşar. Kişilik, bunun üzerine inşa edilir. Kavuşmak, olması gereken bir şeymiş gibi yaşanırken ayrılık olmaması gereken bir şeymiş gibi, bir travma olarak yaşanır. Çünkü her ayrılık kendinden önceki pek çok ayrılığı da hatırlatır, onların yükünü de kişinin omzuna yükler. Ve kavuşmak bir anlıkken ayrılık yıllar hatta bir ömür sürer. Bu yüzden kavuşmanın verdiği haz hiçbir zaman ayrılığın acısına denk düşmez.
Kavuşmak bile bize ayrılığı çağrıştırır. Zira kavuşma’nın yanıbaşında ayrılığın hayaleti bir gölge gibi pusuda bekler. Yaşamın ölümü çağrıştırması gibi. Bu yüzden “ayrılık her daim sevdaya dahildir.”
Salı
Bir kaybı tamamen kaybetmek hiçbir zaman mümkün değildir. Kişi, yitirilene benzeyerek onu kendisinde taşır. Kaybedileni, kişinin kendisinde yaşatma girişimidir bu. Kişinin vazgeçmek istemediği sevgiyi devam ettirmenin tek yolu bu (Leader, 2018). Ona dönüşerek kendine yabancılaşır, onu yaşatarak kendini öldürür: Yitirilmiş sevilenleri kendisinde yaşatmanın bedelidir bu. Bu yüzdendir ki her kayıp üzerimizde bir iz bırakır.
Yitirilen, yitirilmez. Yitirilen yavaş yavaş insanın kendisidir, her kayıpla yinelenen.
Çarşamba
Kırıkların, kırılanların, eskiyenlerin, dağılanların, parçalanan şeylerin bizi hüzünlendirmesinin sebebi, bütünün parçalara ayrılmasındandır: bize, bizde zaten içkin olan ayrılık’ları çağrıştırmasındandır.
Uzundu surları arasında geçirdiğim çile günleri, uzundu yapayalnız geceler. Kim çile ve yalnızlığını geride bırakabilir ki içi sızlamadan (Cibran, 2014). İnsan acısını bırakırken bile acı çekendir. Zira acısını bırakmak bile kendinden önceki ve gelecekte olası pek çok ayrılığı hatırlatır.
İnsan kendinden ayrılıyor oluşun da acısını çeker. Eskiden olduğumuz ve artık olmadığımız kişinin de yasını tutarız (Leader, 2018).
Perşembe
Kişi, sevdiğinin arzusuna dönüşür.
Kişi, kaybettiği sevdiğinin arzusuna özellikle dönüşür.
Kişi, kayıp sonrası, kaybın sorumlusu kendisiymiş gibi suçlu hisseder. Kaybın yarattığı suçluluk duygusunun bedelini ödemek ister gibi kaybedilenin arzusuna dönüşmeye başlar. Hem onun arzusuna dönüşür hem onun gözleriyle bakar hayata. Hem kaybın bedelini ödemek ister gibi ona dönüşür hem ona dönüşerek onu çaresizce yaşatmaya çalışır. Hem yitirilen yitirilmemiş gibi hisseder hem de ona dönüşerek bu bedeli ödemesine rağmen yitirilenin neden geri dönmediğine öfkelenir. Kişi yitirdiğini yitirmemek uğruna kendisini yitirmeyi göze alır. Oysa yitirilen yitirilmiştir ve geri dönmeyecektir.
Kişi, kaybettiklerinin üzerinde bıraktığı izlerin toplamıdır.
Kişi, kaybettikleridir.
Cuma
Gidişiyle dışımda oluşan yokluğu, onun içimde yaşayan varlığını iyice belirginleştirir. Kaybedileni kaybetmemek için ben’in direnişinin resmidir bu. Yasa direniriz, çünkü yas demek kaybedileni kaybettiğimizi kabullenmek demektir.
Kaybettiğim, sımsıkı tutmaya çalışmakla, asla tutamadığımdır:
Tutunduğum, yitirdiğimdir.
Cumartesi
Acı bizi değiştirir ve her değişim acı verici olduğundan her seferinde artık olamayacağımız kendimizin yasını tutarız. Yaşamak yas tutmanın tercüme edilmiş haline dönüşür. Yasımız hep olduğundan gözlerimizden hüzün eksik olmayacaktır. Gözlerimizin derininde. Derimizin derininde. Derimizin ötesinde.
Acıyı kendimize kardeş kılarak. Yitirdiğimize verdiğimiz değerin bir nişanesi olarak, tekrarla bunu, yitirdiğimize verdiğimiz değerin bir nişanesi olarak hep göğsümüzde taşıyacağız onu ve acısını. Unutmanın utanmazlığını yaşamak mı ne mümkün.
İnsan yitirdiklerinden sonra da yaşamaya devam ediyor, acısından sonra da. Ne garip. Öldüğüyle ölmüyor. Olması gerektiği gibi ve sırf bu yüzden insan utanmaz ve alçak bir varlıktır. Ardından Raskolnikov ekledi: “…bu yüzden insana alçak diyen de alçaktır.” (Dostoyevski, 2014) diye.
Pazar
Bir gün minibüste yaşlı bir amca, üstünde takım elbise elinde küçük saksıda kırmızı bir laleyle “Mezarlığa gidiyorum” dedi. Sustuk. Gözlerimizi usulca yere indirdik. Ve sanırım yaşıyor olmaktan ötürü hepimiz biraz utandık. Ki zaten kayıp gidenlerin ardından yaşıyor olmak biraz da utanç verici değil midir?
Ben zaten o ilk acıyla ölmediğimde çok gücenmiştim hayata (Keskin, 2011).
KAYNAKÇA
Cibran, H. (2014). Ermiş. (A. Berktay, Çev.). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Dostoyevski, F. M. (2014). (M. Beyhan, Çev.) Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Keskin, B. (2011). Y’ol. 5. Baskı, Metis Yayınları.
Leader, D. (2018). Depresyon Yas ve Melankoli. (A. Göçmen, Çev.). Encore Yayınları.