Aydınlık ve tekinsiz bir zemine doğan insan yavrusunun durumu hem çok absürt hem de oldukça beklendiktir. Son derece yabancı ve kaygı uyandırıcı bir ortamda kendisi ile karşılaşması ancak kendini görebileceği bir öteki ile (Kohut, 1971) mümkün olur. Her ne kadar ötekinin varlığı elzemse de ötekinin varlığına ulaşmak için temelde kullanabileceği, elinin altında olan, şeffaflık ve katılık spektrumunda esneyebilen, ara sıra doyum da veren, kendi ile tanışıklığında ötekine sinyaller veren, renk değiştiren bir aracı vardır: Beden.
Yenidoğan bedeni; varlığı, sinyalleri, değişimi ile ötekine uzanır. Bedenin işlevi tüm iç-dış organları ile bir bütünlük ve kapsayıcılık sağlamaktır (Marty, 1998).
İlk Karşılaşma
İlk karşılaşma, yoğun yabancılaşmalar eşliğinde, öteki ve kendilik arasında gidip gelen bir süreçle okunabilir. Doğduğu bu tekinsiz ortamda ihtiyaç duyduğu ve talep ettiği doyum (Freud, 1900) ve ilişki (Winnicot, 1971) ile garip bir durumda bulur kendini. İhtiyaç duyduğu ve talep ettiği bu şeyler ona bağlı mı işliyor yoksa bir öteki var mı? Kendinden bağımsız işleyen bir süreç, zemin, dışarısı, ötekisi var mı?
Kendi ile ilk karşılaşma ünsiyet verici bir şey olarak düşünülebilir ama değildir. Ben’in var olduğu yerde öteki tolere edilen olmuştur artık. Tabii düşlemsel olarak her ne kadar böyle (yalnız, merkezi, tümgüçlü) olması arzu edilse de insan yavrusu her zaman bir ilişki talebinde olduğu için (Winnicot,1971) ötekinin varlığını bedensel yansıtmaları üzerinden test eder.
İlişki talebini çoğu kez beden üzerinden yapmaya yönelmiştir. Yenidoğan bedeninin bedensel ifadesi ile yetişkininki aynı değildir, yenidoğan tamamen somatiktir (Kayaalp, 2005). Bu somatik ifade yenidoğan tarafından zihinselleştirilemez ve böylelikle tamamen şeffaf olan bedende görünür (Marty, 1998).
Görmesi arzulanan ötekiden bedendeki ifadeyi zihinsel bir forma çevirmesi beklenir (Bion, 1962). Bedensel ifadesi doğru bir şekilde ötekinde anlam kazanıyor mu? İşte bu anlam ötekinin sembol, düşlem ve zihinselliği ile ilişkilidir.
Zihinselleştirme, ve Gerileme
Peki birincil bakım verenin zihinselleştirme kapasitesi ne ile ilgilidir? Niçin bazı kişiler bu somatizasyonu sürekli, aktif ve saldırgan biçimde kullanmaya devam eder?
Zamanla birlikte yoğrulan, biri diğerine “varlık” diğeri birine ise “kimlik” veren iki insan yavrusunun bu karşılaşmadaki ilişkisi birinin “yeterince” gerileyebilmesi ile mümkün olur. Bu gerileme ile anne bebek birliği daha mümkün hale gelir. Çünkü sonrasındaki ayrılığı önceleyen birlik sayesinde kayıp ve yas ard arda yaşanabilir (Freud, 1900).
Gerileme tabiri Freud’un özellikle fiksasyon (takılma) kavramı ve nevrotik kuramı ile bağlantılı olarak anlaşılabilir. Gerilemeyi hem sağlıklı nevrotik yapıda hem patolojik yapının bir bileşeni olarak hem de gelişimsel sürecin zorunlu bir parçası olarak okumak mümkün (Jackson, 1969). Freudyen bir okumada gerilemenin belli bir gelişimsel evrede takılma olarak; Kleinyen bir okumada belli bir konumun tekrarlanması olarak görebiliriz. Yine başka bir Freudyen okumada gerileme, geçilmesi gereken bir gelişimsel dönemin sorunsallarını tekrar gündeme getirme, orayı tekrar yaşantılama biçiminde okunabilir. Bu yazının devamında ise gerilemeyi çocuğun bedensel ifadesini ‘okuyan’ birincil bakım verenin bunu yapabilmesindeki kapasitesi ve yenidoğanın düşlemsel kapasitesi bağlamında okuyacağım.
Birincil bakım verenin gerileyemediği durumda yenidoğanın bedensel ifadesi anlaşılmamış olur (Bion, 1962). Ve yenidoğan sanki havaya kurusıkı atıyormuşçasına belirtmeye devam eder. Gittikçe beden daha şeffaf hale gelir ve artık tamamen işlemsel bir düşüncenin eşlik ettiği, zihinde temsili olmayan (Marty, 1998) hatta belki nesnesi de tehlikeye giren bir pozisyona sürüklenebilir.
İşlemsel düşüncede, aynı bebeğini kendisinin bedeni ve motor eylemleri ile sakinleştirmeye çabalayan annenin zihinselliği gibi otomatik ve bedene ait bir parça vardır (Marty, 1998).
Düşlemsel fakirlik, zihinde hareket azlığı ile bedende son derece canlı uyarımlar içinde olan kişi, bedenini ruhsal savunma anlamında bir eylem için kullanmak yerine bedenin kendisinde şeffaf olarak görülebilen bir acı içindedir (İkiz, 2005).
Ne var ki bebek gerileyemediğinde henüz ayrışmadığı ötekinin kendisini, mesela uyumadan önce sallamak suretiyle, yatıştırmasını, bedensel ifadesine karşılık motor bir eylem, bekleyebilir (İkiz, 2005).
Bebeğin kendi kendini yatıştırması talebini, kendini özellikle de bedeni aracılığıyla -doyum olmaksızın- sakinleştirmesini belki annenin çaresizliği ile birlikte düşünebiliriz.
Anne çaresizliğini hem bebeğinin hem kendisinin üzerinde yoğunlaştırdığı motor eylemleri ile göstermiş olur. Bebeği sallaması, kucakta gezdirmesi, arabayla dolaştırması buna yaygın örneklerdendir (İkiz, 2005). Bebeğin annenin motor eylemlerle duygu düzenleme önerisine karşı yanıtı daha fazla somatikleşme olabilir. Yani anne, bebeğin somatik ifadesine mekanik yönlendirmeler yaptıkça bebek de benzer şekilde daha da şeffaflaşarak karşılık verebilir. Böylelikle önümüzdeki görüntü sözün anlamının paylaşılmadığı daha çok eylemsel anlamın paylaşılmaya çalışıldığı bir konumda olacaktır.
Böylelikle yenidoğanın psikosomatikleşme yönündeki sürecini kendi bedeni, anne bedeni, kendi düşlemsel kapasitesi ve annenin bunu nasıl sembolleştirdiği üzerinden yaşantılamış olur. İnsan yavrusunun çıplak, prematüre ve yalnız doğumu; bedenini yalnızlığını, çıplaklığını ve erkenliğini telafi edebilmesi için somatik ifadeye yöneltmiş olabilir. Bedenin sahip olduğu şeffaflık, bedeni kullanarak bir eyleme vurmanın ötesinde bir anlam ifade eder. Bedenin kendisi acıyı doğrudan
yansıtarak kişi için daha arkaik bir anlam ifade ediyor olabilir. Bu tekinsizlikten ancak(!) çıkabilmiş anne-bebek ikilisinin tekrar tekinsizliğe doğru gerileyebilme cesareti, somatik ifadenin daha düşlemsel alanda yaratılabilmesini ve/ veya zihinde temsilini yakayalabilmesini sağlayabilir.
KAYNAKÇA
Bion, W. R. (2015). Yaşayarak öğrenmek .(T. Güvenir, Çev.). Bağlam Yayıncılık. (Orijinal eserin yayım tarihi 1962).
Debray, R. , Dejours, C ve Fedida, P. (2015). Beden deneyimi psikopatolojisi (Ö. Alemdar, Çev.). Bağlam Yayıncılık.
Freud, S. (2016b). Rüyaların yorumu (D. Muradoğlu, Çev.). Say Yayınları. (Orijinal eserin yayım tarihi 1900).
Freud S. (1997) Ketlemeler, semptomlar ve kaygı. Psikopatoloji Üzerine (S. Budak, Çev.). Öteki Yayınları. (Orijinal eserin yayım tarihi 1926).
İkiz, T. (2005). Anne- çocuk ilişkisinde kendini sakinleştirme yöntemleri. Psikanaliz Yazıları, 11(2), ss. 77-88.
Jackson, S. W. (1969). The History Of Freud’s Concepts Of Regression. Journal of the American Psychoanalytic Association. 17(3), pp. 743-784. doi:10.1177/000306516901700304
Kayaalp, L. (2005). Düşüncenin bedensel kökenleri. Psikanaliz Yazıları, 11(2), ss. 53-57.
Kohut, H. ( 1971). The Analysis of The Self: A Systematic Approach to the Psychoanalytic Treatment of Narcissistic Personality Disorders. The University of Chicago Press.
Mahler, M. S. (1974). Symbiosis and individuation: The psychological birth of the human infant. The psychoanalytic study of the child, 29(1), pp. 89-106.
Mahler, M. S., Pine, F., ve Bergman, A. (2003). İnsan yavrusunun psikolojik doğumu. (A. N. Babaoğlu, Çev.). Metis Yayınları.
Marty, P. (1998). Zihinselleştirme ve psikosomatik. (A. E. Yavuz Sever, Çev.). Bağlam Yayıncılık.
Winnicott, D.W. (2013). Oyun ve gerçeklik. (T, Birkan, Çev.). Metis Yayınları. (Orijinal eserin yayım tarihi 1971).