Yaşam seslerle dolu; doğanın sesleri, iş gürültüleri, araçlar, makineler, savaşlar, çığlıklar, şarkılar, isyanlar, ağıtlar… Ses dalgalarının iletilebileceği bir ortam olarak dünya var oldukça bu kakafoni devam edecek. Sesin dur durak bilmeyen ve teklifsizce insanın içine işleyen hâli gürültüden kaçmaya ve sessizliğe sığınmaya çalışan bir insan tipi yarattı günümüzde. Ne çok insan sessiz bir köye, kasabaya yerleşmek istiyor. Bu sessizlik arayışına rağmen, şehrin gürültüsünden yorulan zihinler bir yandan da evde, arabada, restoranda, alışverişte, her yerde müzikle haşır neşir. Belli ki sessizlikte de gürültüde olduğu gibi insanı rahatsız eden bir şeyler var. Ses üzerine çokça düşünmüş olan sanatçı ve yazar Voegelin (2010): “Duyacak hiçbir şey olmadığında pek çok ses ortaya çıkmaya başlar. Sessizlik sesin olmaması değil, aksine dinlemenin başlangıcıdır.” der. Bu cümle, sessizliğin imkânsız bir olgu olduğunu dile getirirken bir yandan da sessizlikle birlikte başlayan dinlemenin neyi duyuracağı ile ilgili bir belirsizliği hatırlatır. Sessizliğin tekinsiz tarafına dikkat çeker. Freud (1919), tekinsiz durumları tanıdık olanın yabancılaşması, bastırılanın geri dönmesi, yabancı bir ortamda insanın kendinden bir şey bulması, yani kısaca tanıdık olan ile olmayan arasındaki gerilimle açıklar. Bu gerilim kaygı benzeri bir duygu yaratır. Benzer bir durum gürültü için de geçerlidir. Anlama izin vermeyen, sembolize edilemeyen yapısı ile yabancı, bilindik seslerin üst üste binmesi ile oluşması açısından tanıdık. “Gürültü”, TDK sözlüğünde “aralarında uyum bulunmayan düzensiz sesler bütünü” olarak tanımlanır (Türk Dil Kurumu, 2020). Bu tanımdaki uyum ve düzen vurgusu; gürültünün düzenlenebilir, dönüştürülebilir bir şey olduğunu düşündürüyor. Schafer (1977) ise tanıma özneyi de dahil ederek gürültünün katmanlı ve kişiden kişiye değişen bir yapısı olduğunu ifade eder: “İnsan dikkatli dinlemediği zaman gürültü oluşur. Gürültü arzu edilmeyen sestir.” Arzu edilmeyen, düzensiz, yabancı sesler yıkıcı bir etki yaratır. Ancak gürültü dinlenir ve içerisinde belli kurallarla sessizlik anları yaratılırsa müzik olur. Müzik, sesleri belli bir süre içerisinde düzenler, organize eder, gürültüyü ve sessizliği tanıdık hâle getirir.
Peki ya müziğin kendisi sessiz ya da gürültücü ise?
Müzikal bir Karşılaşma: 4’33” ve Revolution 9
Yazının bu kısmında, iki deneysel müzikal yapıttan bahsedeceğim ve okuyucuyu da bu yapıtları dinleyerek kendi deneyimleri üzerine düşünmeye davet edeceğim. Bunlardan ilki 1952 yılında John Cage tarafından bestelenen 4’33” isimli yapıt. Cage 1940’ların sonunda Harvard Üniversitesindeki sessiz odaya gider, ancak sessizlik yerine biri tiz, diğeri kalın iki ses duyar. Oradaki ses mühendisi ile konuştuğunda bunların bedeninden gelen sesler olduğunu öğrenir. Yani Cage mutlak bir sessizlik beklerken bile gürültüyle karşılaşır ve ölene kadar onunla olacağını fark ettiği bu gürültü, müzik kavramını sorgulatacak bestesine ilham verir. Sahnede icra edildiğinde dinleyenleri şok eden eser üç bölümlük sessizlikten oluşmaktadır. Cage daha sonra şunları söyleyecektir: “Bir noktayı kaçırdılar. Sessizlik diye bir şey yoktur. Sessizlik diye düşündükleri şey rastlantısal seslerle doluydu, ancak onlar dinlemeyi bilmiyorlardı. Birinci bölüm boyunca dışarıdaki rüzgârın kımıltılarını duyabilirdiniz. İkincide, yağmur taneleri damda pıtırtıya başladı. Üçüncüdeyse insanlar bu kez kendileri konuşmaya, dışarı çıkmaya ve bu sırada türlü, ilginç sesler çıkarmaya başladılar.” (Kostelanetz, 2003).
Okuyucuyu dinlemeye davet ettiğim ikinci eser The Beatles’ın White Album’ünde yer alan Revolution 9 şarkısı. Aslında şarkıdan ziyade üst üste bindirilmiş melodilerden, anlamsız gelen sözlerden, çığlıklardan, kahkahalardan, alkışlardan oluşan bir gürültü deneyimi. Yayınlandığı dönemde avangart bir iş olarak görülüp bazı müzik çevrelerinde takdir edilse de ne müzikal haz ne de anlamlı bir hikâye sunmaması nedeniyle hayranları tarafından en az sevilen, hayal kırıklığı, öfke ve korku gibi ifadelerle anılan bir parça bu. Ancak anlam, tam da dinleyiciye hissettirilen bu duyguları yorumlamakta yatıyor belki. Sahnedeyken hayran çığlıkları nedeniyle kendi seslerini duyamaz olan, onlardan korunmak için zırhlı araçlarla konser alanına giden, söylediklerinden dolayı linç edilen, suikast tehditlerine maruz kalan grup üyeleri de muhtemelen hayranlarına karşı böyle duygular hissediyorlardı. Bu parça, sanki grubun kendilerinde istemediği bazı duygulardan kurtulma düşlemine hizmet ediyordu. Zorlu duygular gürültü biçiminde dinleyenin kucağına bırakılıyor ve bu yolla onlara bir mesaj iletiliyordu.
Gürültü, sessizlik ve müziğin bu iç içe geçmiş, birbirine karışan, birbirini oluşturan, bozan ve düzenleyen dinamik hâli psikanalizin içinde de kendine yer bulmuştur.
Psikanalizin “Ses”i
Kohut (1957) müziğin ruhsal yapı üzerine etkilerini incelediği yazısında sesi, tehlikeyi çağrıştıran sesler ve dost sesler olarak ikiye ayırır. Dost sesler, bebeğin anne karnındayken duyduğu kalp atışı gibi ritmik organ sesleri, gurultular, annenin sesi olarak anlaşılan çevresel tanıdık seslerdir. Ancak bebek doğumla birlikte daha önce duymadığı, tanıdık olmayan bir sesler dünyasına girer. Bu seslerin hangisinin dost, hangisinin tehlike anlatan ses olduğunu ayırt etmekte güçlük çeker. Bir yanda dünyanın gürültüsü, bir yanda alt benlikten gelen korkutucu, tanınmayan ve dolayısıyla gürültü olarak adlandırabileceğimiz sesler içerisinde kalan bebek için annenin sesi, düzenleyen, yatıştıran, sessizliğe alan açan ve âdeta bebeğin gürültüsünü müziğe dönüştüren bir işlev görür. Bu anlamda kulak, anne ve bebek arasındaki paylaşımı mümkün kılan en eski araçlardan biri olarak ele alınabilir ve anne karnındaki etkileşimi yaratması açısından işlevi ağızdan bile önce başlar diyebiliriz. Sesin bu rahim içi süreçte anne bebek ilişkisindeki yerini gören Maiello (1995), ilk yokluğun da işitsel olduğunu savunur. Ses bazen vardır, bazen yoktur, düzensizdir. Tıpkı doğumdan sonra memenin ne zaman geleceği, ne zaman geri çekileceği bebek tarafından bilinemez ve denetlenemezse rahim içi süreçten itibaren ses de denetlenemez bir iç nesnedir. Anzieu (1979), “Sesin alanı, ruhsallığın ilk alanıdır.” der. Ona göre bebek bir “ses banyosu” içerisindedir. Annenin kollarında taşınır, ona sürtünür, onun tarafından okşanır, beslenir ve tüm bunlar annenin sesi, sözü eşliğinde olur. Anne, ses banyosu içerisindeki bebeğinin ağlamalarını, agulamalarını, taleplerini kendi sesi ile taklit eder, aynalar ve dönüştürür. Bion (1962)’un dediği gibi, bebeğin çıkardığı sesler annesi tarafından düşünülür. Annesi, ağlayan bebeğine “Acıkmışsın.” diyebilir ve ona düşünce alanına ait bir yanıt armağan eder. Bu süreçte annenin bebeğe armağan ettiği bir diğer ses de ninnileridir. Anne; bebeğini sallar, pışpışlar ve rahatlatıcı bir melodi ile bebeğinin uyku gibi bilinmez bir bilinç durumuna geçişine eşlik eder. Bazen bebek de mırıltılarıyla bu ninniye katılır, onu taklit eder hatta kendi ezgilerini oluşturur. Uykuya giden yolun sessizliğini ve anneden uyku için bir süreliğine ayrılacak olmanın acısını melodilerle yumuşatır. Winnicott (1971) bu ezgileri geçiş olgularına dahil eder. Gürültülü bir dünyaya, gürültülü bir ruhsallıkla doğan bebek, annenin eşliğinde bunlara tahammül edecek kapasiteyi kazanır. Sessizliğin içinde açılan pencerelerden bakar, keşfeder. Gürültüyü dinler, düzenler, içindeki müziği aramaya cesaret eder. İşte bu yolculuk, her daim devam edecek olandır. İnsan; müziğini arar, bulur, kaybeder, tekrar yola çıkar; sessiz duraklardan, gürültülerin içinden geçer, tekrar bulur ve sonra en baştan…
Kaynakça
Anzieu, D. (1979). The Sound Image of the Self. International Review of Psycho-Analysis(6), 23-36.
Bion, W. R. (1962). A theory of thinking. International Journal of Psycho-Analysis(43), 306-310.
Freud, S. (1919). The uncanny. Erişim tarihi: 09.10.2020 http://web.mit.edu/allanmc/www/freud1.pdf
Kohut, H. (1957). Observations on the psychological functions of music. Journal of the American Psychoanalytic Association(5), 389-407.
Kostelanetz, R. (2003). Conversing with John Cage. Routledge.
Maiello, S. (1995). The sound-object: A hypothesis about prenatal auditory experience and memory. Journal of Child Psychotherapy (21), 23-41.
Schafer, M. R. (1977). Our Sonic Environment and the Soundscape -the Tuning of the World. Rochester, Destiny Books.
Türk Dil Kurumu. (2020). Erişim tarihi: 09.10.2020 https://sozluk.gov.tr/
Voegelin, S. (2010). Listening to Noise and Silence: Towards a Philosophy of Sound Art. Continuum.
Winnicott, D. W. (2019). Geçiş Nesneleri ve Geçiş Olguları. İçinde Oyun ve Gerçeklik. Metis Yayınları. (Orijinal eserin yayın tarihi 1971).