Cumartesi, Temmuz 27, 2024

Analizde Sonu Aynı Olmayan Sessizlik

-

“Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.

Orhan Veli Kanık

Konuşma pratiğine dayanan, analitik durum içerisinde yapısal arka planda hareket eden, kendisini bir olay olarak dayatan bir şey vardır: sessizlik. Psikanalizin kendi deneyimi içinde çeşitli sessizlik dereceleri olduğunu ve analiz sırasında analizanın kendi sessizliğini ve analistin sessizliğiyle olan ilişkilerini farklı şekillerde deneyimlenmektedir. Analiz içinde bulunan sessizliğin karmaşık ilişkisini burada anlatmak niyetinde değilim, bu kısa yazımda analiz başındaki sessizlik ile analiz sonundaki sessizliği ele almaya çalışacağım. Elbette bunu diğer iki yapıya -sapkınlık ve psikoz- değinmeden nevroz üzerinden yapacağım. 

Nevrotik öznelerde analizin başındaki sessizlik, onu taşıyan özneyi her şeyden önce rahatsız eden, bölen bir sessizliktir. Bu, analiste analizan tarafından formüle edilemeyen bir talep ileten, konuşmayı boğan, tıkayan diyalektik bir sessizliktir (Cozensa, 2018).  Lacan (1953), Baba-nın-Adları metninde bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Nihayetinde, nevrotiğe dair sahip olduğumuz anlayış şudur ki onun semptomlarında sessizliğe boğulmuş bir söz yatar.” Bu cümlenin yönünü sessizliğe doğru döndürürsem burada bahsettiğim bir mesajı içinde barındıran sessizlik vardır. Aynı zamanda bazen bir provokasyon, analiste yöneltilen bir meydan okumadır: ötekiyi konuşmaya kışkırtan bir sessizlik, konuşmaya neden olan bir sessizlik. “Neden konuşmuyorsun?”, bu durum sessizliğin ötekiye yöneltilen bir konuşma talebinin karakterini üstlendiği zaman, nevrotik öznenin analistin sessizliğine attığı sorudur. Aynı zamanda analistin sessizliğine karşı bir manevradır. Bu manevralardan biri de analistin arzusu olduğunu varsayan, sessizliği bozmaya çalışan ve sahte bir köprü kurmaya çalışan bir imleyendir. Bunu örneklemek için Lacan’a ve onun analizanı Jean Beoufret’ye bakılabilir. 1950’lerde Lacan’ın Heidegger ile ilgilendiği ve metinlerini çevirdiği bilinmektedir. Analistin sessizliğinden rahatsız olan Beoufret, analisti Lacan’a Freiburg’da Heidegger ile tanıştığını ve kendisine Lacan’dan bahsettiğini söyler ve Lacan, tereddüt etmeden şunu sorar: “Size ne söyledi?” (Roudinesco, 1990). Bu olayda sessizliğini kıran Lacan’ın yukarıda bahsettiğim manevranın içine düştüğünü iddia etmişti. Ancak dikkat edilmelidir ki Lacan, Beoufret’nin bilinçdışının efendiyi memnun ettiği ve bu nedenle ötekinin sessizliğini koruduğu noktada cevap verdi. Lacan, Heidegger’in kendisi hakkında söylediklerini sormadı analizanına, Beoufret hakkında söylediklerini sordu (Wolf, 2015). Tabii ki Lacan, Beoufret’nin onun hakkında, yani o zamanlar Heidegger’i Fransa’ya Lacan’ın yaymaktan sorumlu olduğunu bildiğini biliyordu. Ancak, analizan, analistin sessizliğini bozmakta olan Lacan’ın bu açık uçlu sorusuyla başarısız oldu. Lacan bu narsistik dalgaya yanıt vermedi ama Heidegger hakkında soran analizanının arzusunu izledi: “Size ne söyledi?”. Bu, sessizliğin yarattığı rahatsızlığı aynı ölçekte taşıyan bir sorudur. 

İkinci durum, dil aşırı değerlenir ve sessizlik olumsuz bir çağrışım kazanır. Sessizliğin alanını kapatan konuşmadır. Sessizlik alanını kapatan konuşma, özellikle analizin erken aşamalarında sık görülür. Boş, basmakalıp bir konuşmayla söylemdeki her öznel ifadeyi örtme girişimidir.

Bu pozisyon aşırı gevezelik formlarında bulunabilir (Logore). Birinci nesil psikanalist Karl Abraham bu formu 1927’de tanımladı ve Oral erotizmin Karakter Oluşumu Üzerindeki Etkisi makalesinde oral evreye bağladı:

Bu öznelerle, oral alanın iç kısmına meraklı bir yer değiştirmeyi ifade etmemizi zorunlu kılan bazı karakter özellikleriyle karşılaşırız. Emme yoluyla tatmin olma arzuları, ağız yoluyla verme ihtiyacına dönüşür, öyle ki, her şeyi elde etmek için kalıcı bir arzunun ötesinde, başkalarıyla sözlü olarak iletişim kurmak için sürekli bir ihtiyaç olduğunu keşfederiz. Çoğu durumda bir bütünlük hissine bağlı olan Logore sonuçtur. Bu özneler, düşüncelerinin zenginliğinin tükenmez olduğu izlenimine sahiptir ve sözlerine özel bir güç veya istisnai bir değer atfederler (Abraham, 1927; akt. Nasio, 1987).

İnsanlar belirli ve bildikleri hikâyeleri anlatmayı isterler çünkü bu hikâyeler onlar için güvenli bir limandır. Analizan; belirli rollerin dağıtıldığı, suçlunun masumun belli olduğu bu yerde yeni bir olay ile karşılaşmadan konuşabilir. Abraham, Logore sessizlik durumundan bahsetmez, ancak Lacan bir obsesifin Logorrea’sının, ötekinin söylemindeki boşlukları doldurmaya yönelik bir girişim olduğunu gözlemlediğinde bunu yapar; tüm bu anlatılanlara karşı tepkisiz bir öteki. ötekinin arzusunun rahatsız edici varlığı ile ilişkili olan imleyenler arasındaki sessizlikler. Bu hem logoreik bir analizanın, analitik oturumda sessizlikle nasıl başa çıkabileceğini hem de obsesyonel nevrozun genellikle arzuyu talebe indirgeme eğiliminde olduğunu anlamanın yoludur: İmleyenlerde olduğu gibi sessizliklerde de ifade edilen ötekinin arzusunun belirsizliğini daha tanıdık, tanınabilir talebin imleyenlerine değiştir veya indirger. Lacan’ın çok eleştirilen değişken süreli seansı icat etmesine yol açan olaylardan biri de budur. Belirli süre çerçevesinde özne, tüm dakika aralıklarındaki boşlukları dolduracak şekilde bir hikâye ile gelebilir. Bu, aynı zamanda hem dile hem de sessizliğe eşit derecede değer vermenin mümkün olduğunu da gösterir.  Bu durumla ilgili Cozensa (2018) şu ifadeleri kullanıyor: 

Lacancı psikanalizin benimsediği oldukça eşsiz konum bu şekilde tasvir edilir. Sessizlik ve dil eşit derecede dengeli bir şekilde tutulursa, sessizlik, dilin rahatsızlığını telafi eden bir şey olarak kabul edilmez veya dil, sessizlik hakkında tehdit edici olabilecek her şeye karşı savunma olarak yapışan bir şey olarak kabul edilmez. Biraz ilerlediğimizde, teorik olarak, bu pozisyonda konuşan öznenin bundan kaçınmaya veya üstesinden gelmeye çalışmak yerine kendi bölünmesine yatırılmasının mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Dilin ve sessizliğin bu çifte değerlemesi aslında Lacan teorisi ve pratiğinde dil ve sessizlik arasında görünen herhangi bir karşıtlığın üstesinden geldiğini söylemek istediğimiz nedenin bir parçasıdır – dolayısıyla, yapısalcı matrisimiz yanıltıcıdır.”

Analiz sonundaki sessizliğin birçok formu vardır. Lakin bu, analizin başlangıcında olan sessizlikten birçok yönden farklılıklar gösterir. Bir mesaj içermez ya da ötekine karşı gizli bir talep formuna bürünmez. Ötekini tüm mesajlarının alıcısı olarak varsayan değil, tam da bir garantiyi vaat etmeyen olarak gören bir sessizlik hâlini alır. Artık bir savunma olarak değil, öznenin kendi “gerçek”i ile alakalıdır. Bir tanınma talep etmez, öznenin konuşma eksikliği yaşamadan duraklayabileceği sınırlı bir sessizliktir.  Analizin sonundaki sessizlikte, rezonans artık fantazmatik diyalektik ve sembolizasyonuna tam olarak atfedilemez. Daha ziyade, öznenin en samimi gerçekliği ile ona neden olan nesneyle ilişkisi ile ilgilidir ve bu nedenle de kelimenin içerdiği sesle, onu belirsizleştiren konuşma ile daha fazla ilişkilidir (Cosenza, 2018). 

KAYNAKÇA

Cosenza, D. (2018). Silence and the Voice in Anorexia Nervosa. 

Lacan., J. (2014). Baba-nın-Adları. (M. Erşen, Çev.) Monokl Yayınları

Nasio, J.-D. (1987). Le silence en psychanalyse. Payot.

Roudinesco, E. (1990). Jacques Lacan & co: A history of psychoanalysis in France, 1925-1985. University of Chicago Press.

Veli, O. (2003). Bütün Şiirleri. Yapı Kredi Yayınları


Wolf, B. (2015). Lacanian Coordinates. Karnac Books

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son yazılar

Estetikten Öğrenmeye: Ruhsallıkta Boşluğun İzleri

Yüzünü uzak tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Göremiyorum Yüzünü yakın tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Tat alamıyorum -Şükrü Erbaş Her deneyim anlardan oluşur. Nitekim...

Varoluşsal Nasır

“Vahşet gömülmeyi reddeder. Halk arasındaki inanışlar Hikayeleri anlatılana kadar Mezarlarında yatmayı reddeden Hayaletlerle doludur.” Judith Herman, Travma ve İyileşm Bizim kültürümüzde kötü haber tez yayılır,...

Nasıl Görünüyorum?

İnsan nasıl göründüğünü görebilmek için başka gözlere ihtiyaç duyar. Başka gözler, çok uzakta değil, kısa bir göz mesafesinde, yakındadır....

Kendini Arayan Gafil

                        “Kim korkmamıştır otururken kendi kalbinin perdelerinin önünde?Rilke Bu yazı, sözlerini Ahmet Ali Arslan’ın...

Psikanalitik Aile Terapisi

Psikanalizin felsefi alt yapısı kişinin öznelliğinin ve bireysel öyküsünün altını çizer. Ancak psikanalitik kuram kişinin ruhsal gelişimini yakın çevresi,...

Kutsal ve Söz

Aslen sözcükler birer sihirdi. Günümüzde bile söz eski sihir gücünün çoğunu muhafaza etmiştir. İnsan insanı sözle mutlu edebilirken yine...

Narsisistik Füzyon Talebi Olarak Haset

Aman ha! iyiliğini, güzelliğini, zenginliğini, başarını,sağlamlığını gösterme; haset edilirse yıkıma uğrar. Nazar, nesnelerin kendilerine ait güzelliği, ihtişamı, iyiliği sergilemelerine karşılık;...

Kohut’a Kısa Bir Giriş

1913 yılında Viyana’da dünyaya gelen ve psikanaliz serüvenini Chicago Psikanaliz Enstitüsü’nde sürdüren Heinz Kohut, kuramsal farklılıklardan dolayı yollarını ayırana...