Perşembe, Kasım 21, 2024

Arzuların Ötekileştirilmediği Bir Uzlaşım Alanı Olarak Yeni Cinsellikler

-

“Sapkınlık bizim kendi olumsuzluğumuz,
içimizdeki karanlık yandır.”
Élizabeth Roudinesco, 2009.



Cinsellik, insanlık tarihi boyunca  üzerinde en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Birçok açıdan tanımlanan ve yorumlanan cinsellik, beraberinde çeşitli bakış açıları da getirmiştir. Tarihsel deneyimin bir sonucu olarak kadın ve erkek ilişkisi yüceltilirken diğer cinsellikler ötekileştirmiştir. İnsan yavrusunun hangi deneyim biçimleri heteroseksüelliği idealleştirmiştir ve bu deneyimlerin hangi sonuçları diğer cinsellikleri sapkın olarak niteleme ihtiyacı doğurmuştur? Bu tür argümanları ileri sürerken tarih hangi noktalara kör kalmış olabilir? Bu gibi güncel sorulara yanıt bulmak için cinsellikle ilgili deneyimlerden elde edilen bilgileri yeniden gözden geçirmek bir zorunluluk hâline gelmiştir. Bu yazıda, bu tür soruların yanıtlarını ve günümüzdeki sapkın olan ile sapkın olmayan cinselliğin tanımlarını yorumlamaya çalışacağım. Ancak bu çaba, çalışma alanı hâlâ büyümekte olan, zamanla daha birçok sorgulama ve değerlendirme ile çalışmasının sınırları genişleyecek yeni cinselliklere bir giriş olarak düşünülmelidir. 

Green’e (1995) göre “cinsellik bir dizi eylemin açılımını gerektirir. İlk başta harekete geçmiş bir dürtü vardır, ardından dürtü boşalımını sağlayan eylem açığa çıkar. Bu deneyimin ardından duygusal olarak haz ya da hayal kırıklığı deneyimi ve son olarak öznenin deneyimlediği arzu görülür. Tam bu noktada bilinçdışı düşlemler arzuyu beslerler.” Peki, arzu olarak burada kastedilen nedir? Burada psikanalizin birincil referansı Freud’a değinmek yerinde olur. Freud’a (1900) göre “arzunun nesnesi kayıptır.” Kayıp, nesnenin yok olmasıyla düşlemi yaratır ve düşlem arzuya dönüşür. Tıpkı çocuklukta, Laplanche ve Pontalis’in (1968) belirttiği gibi “cinsel olmayan dürtü doğal nesnesini kaybettiğinde, benlik kendi içine döner ve bir uyarılmışlık hâlinde kalır.” 

Bu uyarılmışlık hâli, otoerotikleşme, bilinçdışı olarak bir düşlemselleştirme (phantasmatisation) şeklinde adlandırılan ruhsal bir süreç deneyimlemeye başlar ve bu düşlem yine de nesnesiz değildir fakat “nesnesi içsel bir durumdur. Arzu, kayıp nesnenin düşüncesine yöneliktir. Kaybedilen nesne meme olsa bile, artık hiçbir zaman bulunamayacaktır çünkü artık arzulanan nesne şimdiki besleyen meme değil, arzulanan şey düşlemsel memedir yani düşlemle işlenmiş memedir” (Laplanche ve Pontalis, 1968). Bu koşulda cinselliğin, nesnenin kaybı sonrasında izi sürülen düşlemlerin parçaları olduğu ve cinsiyetler arası farka indirgenmesi mümkün olmayan bir konuma sahip olduğu ileri sürülebilir. Bu bilgi eskidir ancak bu bilginin keşfi yenidir. Buradan hareketle, modern psikanalize göre cinsellik kavrayışının sınırları sadece biyoloji ile açıklamak yetersiz kalacaktır ve Fonagy’nin (2001) de belirttiği üzere “heteroseksüellik tek bir standart model değildir.” Buna göre cinsellik, sadece cinselleştirilmiş olan bedenin deneyimi değil, aynı zamanda düşlemsel bir deneyimdir, arzuya dair bir deneyimdir. Böylece, cinsel ilişki içindeki beden, düşlemin gerisine düşer. Arzu ön plana çıkar, beden (cinsiyet) gölgede kalır.

Bu aşamayla beraber, hangi cinsiyetlerin cinsel ilişkiyi gerçekleştirdiğini sorgulamak yerine cinselliğin, yani cinsel düşlemin niteliğini, düşlemin sağlıklı ya da sağlıksız oluşunu sorgulamak daha yerinde olacaktır. Çünkü bir heteroseksüel cinsel ilişki de homoseksüel bir cinsel ilişki biçimi de ruhsal açıdan sağlıklı olmayabilir. Bu nedenle, yeni cinsellikler, cinsel ilişki içindeki cinsiyeti sorgulamaz, düşlemin dinamiğini sorgular. Yeni cinsellikler, cinselliğin niteliğini düşlemsel boyutta değerlendirdiğinden, modern psikanaliz bakış açısı erotizasyonun doğasını ve sapkın olan ile sapkın olmayanı aynı potada eritir. Bu düşünce sayesinde, Fonagy’nin (2009) aktardığı gibi “normal cinselliği cinsel sapkınlıklardan ayıran çok az şey vardır” bakış açısıyla cinselliğe yeni bir eksenden bakılabilir. Bu açıdan, heteroseksüellik (normal cinsellik varsayımı) için geçerli olan varsayımlar homoseksüellik ve diğer cinsellikler için ya da tam tersi homoseksüellik ve diğer cinsellikler için geçerli varsayımların heteroseksüellik için de geçerli olduğu iddia edilebilir. Bu yönde bir varsayım bazı örneklerle desteklenebilir: 

1) Her cinsellikte pregenitallik, erken dönem içsel nesne ilişkileri vardır. Kernberg (1980) “erken dönem içsel nesne ilişkilerinin [her] cinsellikte harekete geçtiğini” ifade eder. 

2) Cinsel nesnenin yarılması ve cinsel nesneye zulmedilmesi normal olarak tanımlanan cinsel ilişki içinde de görülür. Yarılma cinsel hazzı artırır çünkü özneyi preödipal ve ödipal aşk nesnelerine yaklaştırır. 

Bu bağlamda, Stoller (1975) cinsel eylem içinde “küçük düşürme/düşürülme isteklerinin hem normal hem de sapkın cinsel uyarılmada yer aldığını” vurgulamıştır. O hâlde bu ve benzeri diğer cinsel eylem parçaları hem heteroseksüelliğin hem de diğer cinselliklerin ortak paydası olduğunu ifade etmek mümkündür.

Bu koşullar göz önünde bulundurulduğunda, Chodorow (1992) şöyle bir sorgulamada bulunur: “homoseksüellik veya sapkınlığın gelişiminin bir açıklamaya ihtiyaç duyduğunu ama heteroseksüelliğin duymadığını öne sürmek ne kadar mümkündür?” Bu soruyu yanıtlamak zor görünebilir ama varılan bu nokta ile heteroseksüelliğin cinsellik kuramı içindeki konumunu ve toplumsal zemindeki idealizasyonunu sorgulayabilmek için yeni argümanlar ileri sürülebilir. Cinsiyetlenmeye yönelik heteroseksüel cinselliğe yapılan “otomatik geçiş” ile Chodorow’un (1992) belirttiği üzere bir meydan okumayla karşı karşıya kalıyoruz: “Eğer herkesin programlanmış biyolojisi heteroseksüelse ve bu kimisinde yoldan sapıp homoseksüelleğe [ya da sapkınlığa] yol açıyorsa o hâlde homoseksüeller gelişimsel hikâyelere sahipken, heteroseksüeller değildirler.” Dolayısıyla, deneyiminden geçilen heteroseksüel cinsel eylem ile benliğin uyumlu olmadığı gerçeği şaşırtıcı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, öncesinde belirtildiği gibi bu gelişimsel hikâye bizlere, insanın nesnesini kaybettikten sonra içe dönmesini hatırlatmaktadır ve homoseksüel veya sapkın olanın düşlemselleştirme işleminden geçtiğini söyleyebilmemizi mümkün kılar. Bu süreç içinde homoseksüel cinsel ilişkinin benlik ve benliğin cinsel nesnesi ile uyumluluğunu ortaya koyarken heteroseksüel olanın hikâyesinin eksik kaldığını, cinsel düşlemselleştirme işleminden geçmediğini, cinsel nesne ile arzusunun benlikle uyum ya da uyumsuzluk deneyimine sahip olmadığını göstermektedir. 

Peki, cinsel arzu ve nesne benlikle uyumlu hâle gelmeden deneyimlenen bir cinsel ilişki sapkın bir eylem değil midir? Ve sapkın olan travmatik değil midir? Bu iki sorunun yanıtını Psikanalist McDougall (1995) The Many Faces of Eros adlı kitabının açılış cümlesi ile şu şekilde yanıtlamıştır: “İnsan cinselliği doğası gereği travmatiktir.” Stoller da daha öncesinde bu travmatizasyona dikkat çekmiştir, Stoller (1985) şöyle der: “Birçok farklı heteroseksüellik gibi birçok farklı homoseksüellik vardır.” Dolayısıyla cinsel çeşitlilik içinde konumlanan insan cinselliğinin travmatik doğası tüm cinsellikler için mümkün görünmektedir. 

Ve cinsellikteki bu çeşitlilik bir travmaya işaret ediyordu ve buna şimdiye kadar kör mü kalınılmıştı? Bu düzlemde cinselliğin travmatik doğasını tek bir cinsellikle bağdaştırmamızın problematik doğasına işaret eden Lewes (1988) şöyle ifade eder: “Oidipus kompleksinin mekanizmaları gerçekten de bir psişik travmalar serisidir ve bütün neticeleri nevrotik oluşumlardır… Optimal bir gelişim bile bir travmanın neticesi olarak ortaya çıkar, (dolayısıyla) belirli bir tür gelişimin başka bir olasılığın ‘engellenmesi’ veya ‘kısıtlanması’ sonucunda ortaya çıktığı gerçeği onu diğer gelişim türlerinden ayırmaz. Yani Oidipus kompleksinin tüm neticeleri travmatik ve aynı sebeplerden ‘normal’dir. Oidipus kompleksi travma vesilesiyle işlerlik kazanır ve ister istemez nevrotik durumlarla sonuçlanır.”  

Özetle cinsel eylemin dinamiksel kökenleri göz önünde bulundurulduğunda her tür cinsellik doğası gereği travmatiktir. Fakat heteroseksüellik veya homoseksüelliğin bu derece ortak ve benzer ruhsal örgütlenmelerine rağmen sapkın olan ve sapkın olmayan şeklinde ayrıştırılması ve farklı konumlarda tutulmuş olması tarihsel açıdan oldukça şaşırtıcıdır. Bu açıdan iddia edilebilir ki yeni cinsellikler, cinselliğin travmatizasyonu üzerinde uzlaşmış görünmektedir, tüm cinsellikleri normal sınırlar içinde, yani nevrotik konum içinde değerlendirmektedir. Nihai olarak, cinselliğin her biçimini, cinsel ilişkinin niteliği hariç, insanoğlunun olağan gelişiminin bir sonucu olduğunu varsaymaktadır. Yeni cinsellikler, “Her cinsel eylem normal ise sapkınlık nerede başlar ve son bulur.” gibi sorulara psikanalitik ve ruhsal açıdan oldukça makul yanıtlar ileri sürmektedir. Görüldüğü üzere insanın cinselliği travmatik olsa da bu normal bir sonuçtur ve bir cinselliğin sapkın bir cinsellik mi yoksa sapkın olmayan bir cinsellik mi olduğunu ayrıştırabileceği çok fazla malzemesi yoktur, belki de sadece bir argümanı vardır: o da cinselliğin niteliğidir, yani insanın arzusudur ve insan nesneden vazgeçebilir ancak nesnenin arzusundan asla.

Kaynakça

Chodorow, N. J. (1992). Heterosexuality as a compromise formation: Reflections on the psychoanalytic theory of sexual development. Psychoanalysis & Contemporary Thought, 15(3), 267–304.

Fonagy, P. (2001). Infantile sexuality as creative process. In: D. Widlöcher (Ed.), Infantile Sexuality and Attachment. Other Press.

Fonagy, P. (2009). Psychosexuality and psychoanalysis: An overview. Identity, Gender, and Sexuality: 150 Years After Freud. Karnac Books.

Freud, S. (1900). The interpretation of dreams: Distortion in dreams. In: J. Strachey in Collaboration with A. Freud, A. Strachey, A. Tyson, & A. Richards (Ed. & Trans.). The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud. London: The Hogart Press.

Green, A. (1995). Has sexuality anything to do with psychoanalysis? International Journal of Psychoanalysis, 76: 871–883.

Kernberg, O. (1980). Boundaries and structures in love relations. In: Internal World and External Reality. Jason Arason. 

Laplanche, J., & Pontalis, J. B. (1968). Fantasy and the origins of sexuality. International Journal of Psychoanalysis, 49: 1–19.

Lewes, K. (1988). The Psychoanalytic theory of male homosexuality. Simon & Schuster.

McDougall, J. (1995). The many faces of Eros: A psychoanalytical exploration of human sexuality. W.W. Norton & Co.

Roudinesco, É. (2013). İçimizdeki karanlık yan: Sapıklığın tarihi. Say Yayınları. (Orijinal eserin yayın tarihi 2009).

Stoller, R. (1975). Perversion: The erotic form of hatred. Pantheon.

Stoller, R. (1985). Observing the erotic imagination. Pantheon. Yale University Press.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son yazılar

Estetikten Öğrenmeye: Ruhsallıkta Boşluğun İzleri

Yüzünü uzak tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Göremiyorum Yüzünü yakın tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Tat alamıyorum -Şükrü Erbaş Her deneyim anlardan oluşur. Nitekim...

Varoluşsal Nasır

“Vahşet gömülmeyi reddeder. Halk arasındaki inanışlar Hikayeleri anlatılana kadar Mezarlarında yatmayı reddeden Hayaletlerle doludur.” Judith Herman, Travma ve İyileşm Bizim kültürümüzde kötü haber tez yayılır,...

Nasıl Görünüyorum?

İnsan nasıl göründüğünü görebilmek için başka gözlere ihtiyaç duyar. Başka gözler, çok uzakta değil, kısa bir göz mesafesinde, yakındadır....

Kendini Arayan Gafil

                        “Kim korkmamıştır otururken kendi kalbinin perdelerinin önünde?Rilke Bu yazı, sözlerini Ahmet Ali Arslan’ın...

Psikanalitik Aile Terapisi

Psikanalizin felsefi alt yapısı kişinin öznelliğinin ve bireysel öyküsünün altını çizer. Ancak psikanalitik kuram kişinin ruhsal gelişimini yakın çevresi,...

Kutsal ve Söz

Aslen sözcükler birer sihirdi. Günümüzde bile söz eski sihir gücünün çoğunu muhafaza etmiştir. İnsan insanı sözle mutlu edebilirken yine...

Narsisistik Füzyon Talebi Olarak Haset

Aman ha! iyiliğini, güzelliğini, zenginliğini, başarını,sağlamlığını gösterme; haset edilirse yıkıma uğrar. Nazar, nesnelerin kendilerine ait güzelliği, ihtişamı, iyiliği sergilemelerine karşılık;...

Kohut’a Kısa Bir Giriş

1913 yılında Viyana’da dünyaya gelen ve psikanaliz serüvenini Chicago Psikanaliz Enstitüsü’nde sürdüren Heinz Kohut, kuramsal farklılıklardan dolayı yollarını ayırana...