“Vahşet gömülmeyi reddeder.
Halk arasındaki inanışlar
Hikayeleri anlatılana kadar
Mezarlarında yatmayı reddeden
Hayaletlerle doludur.”
Judith Herman, Travma ve İyileşm
Bizim kültürümüzde kötü haber tez yayılır, kötü olaylar saklı kalmaz inancı vardır. Soykırımlar, savaşlar hep hatırlanır, acılar hiç unutulmaz. Olumsuz olan hep akılda kalır. Kurban Bayramı’nda “kan akıt ki başka kanlar akmasın” inancı devam eder. Bir şey yere düşüp kırılınca “nazardandır” ya da “kötü enerji gitti” denir. Futbol maçlarının aksiyonu bitmez, yolda kavga görünce mutlaka durup izlenir. Kolektif olarak saldırganlığın çıkmasına müsaade edilir. Oysa mutlu anlar ne kadar kolay siliniyor hafızadan.
Bu liste böyle uzayıp gider. Judith Herman’ın alıntısında olduğu gibi “vahşet gömülmeyi reddeder” ama neden? Kültürümüze ve günlük hayatımıza sirayet eden bir dizi örnek saydım sizlere. Vahşet, olumsuzluklar, acılar, travmalar, yaralar, yaslar, mutsuzluklar neden hep en çok hatırlananlar olur? Mutluluk, heyecan, sevinç, kutlamalar, başarılar neden arka planda kalır? Ülkeleri bile çoğu zaman soykırımlardan, katliamlardan aklımızda tutarız. Kültürden midir bu etki yoksa bireyden mi? “Hikayeleri anlatılana kadar, gömülmeyi reddeder” diyor Herman. “İyilik paylaşıldıkça çoğalır” inancı gibi vahşetinde anlatılmadan mezara bir türlü girmediğini ifade ediyor. Vahşet (acı, mutsuzluk, yas, travma vb.) sadece başına gelen kişiyi değil, herkese ulaşmak istiyor. Ondan bahsedelim, onu ulaştıralım, belki de içimizi dökelim istiyor. Bu iç dökme mutfak masasında olursa dedikodu, terapi odasında olursa aktarım, sanatsal bir üretimde olursa eser oluyor. Terapiye ihtiyaç duyma nedenimiz belki de vahşetin artık içimizde kalamayacağı. İçimizi dökmek yalnızca bize iyi gelen bir tercih değil de o vahşetin de artık bizden kopup gitmek istemesi, içimizden çıkmak istemesi olabilir mi? Yara yarayı, vahşet vahşeti, arzular güzellikleri çağırır çoğu zaman. Anlatalım, anlatalım ki artık bizden gitsin başka acılara kavuşsun diyedir belki de.
Bizim Nasırımız
Acı gider ama gerçekten unutulur mu? Herman’ın alıntısında olduğu gibi, onu gömeriz ama orada biter mi? Nasır, “en çok el ve ayağın sürekli sürtünmelere uğrayan noktalarında üst derinin kalınlaşması ve sertleşmesiyle oluşan deri” (TDK) olarak sözlükte geçiyor. Vahşetin gömülse bile, bizimle nasır ile geleceğini düşünüyorum. Nasır öyle bir şeydir ki, hep kendini hissettirir hiç gitmez. O bölge temizlenir, ilaçlanır ama nasır tekrar tekrar oluşur. En ufak bir hassasiyette tekrar buradayım der. Varoluşsal nasır demek istiyorum bu hisse, biz acıları üstümüzden atarız ama nasır gibi varlığını bir yerlerde devamlı hissederiz.
Tersten Arzulu Görme
Psikolojide arzulu görme dediğimiz kavram; bireyin görmek istediğini, görmek istediği şekilde görmesi olarak açıklanıyor. Yani, beyin nesnel dünyada görmek istediğini görüyor. Bu konuda ilk çalışmaları 1947 yılında Harvard Profesörü Jerome Bruner yaptı. Bruner’e göre arzulu görme kavramı; tüm travmaları, önyargıları, mutlulukları belirlemede etkin. Bu konuda yaptığı bir deneyde: iki grup çocuk deneye dahil ediliyor ve bir grup zengin ailelerin çocuklarını oluştururken diğer grup fakir ailelerden geliyor. İki gruba da tüm madeni paralar sıralanıyor ve şu soru soruluyor: “Madeni paraların ağırlığını tahmin edebilir misiniz?” Sonuç düşündüğümüz gibi çıkıyor: tüm çocuklar paraları daha büyük algılıyor fakat fakir çocuklar zengin çocuklardan da daha büyük algılıyor (Vedantam, 2022). Arzulu görme, sahip olduğumuz ya da olmadığımız nesneleri, duyguları, olayları hatta insanları da algılamamızda bilişsel bir işlev olarak yürütülüyor. Acaba vahşeti de arzulu bir şekilde mi görüyoruz? Depresyon, travma ve yas gibi durumlar dünyayı tersten arzulu görmemize neden oluyor mu? Vahşetler, soykırımlar arzulu görmeden dolayı mı daha çok dikkatimizi çekiyor?
Ünlü Nörolog Antonio Damasio, hayatta kalmamız için beyinde duyguların olduğu anatomik bir haritanın varlığını keşfetti. Damasio’nun keşfi Boston Üniversitesi’nde travma araştırmacı olan Bessel van der Kolk tarafından incelendi. Kolk’un yaptığı çalışmalar sonucunda: beyninde frontal korteks akıl yürütmeden sorumlu olarak çalışıyor. Örneğin çalıların orada gördüğümüz şey bir yılan mı yoksa sopa mı olduğuna korteks karar veriyor. Eğer yılan değil sopaysa korteks amigdalaya gönderdiği sinyalle korkuyu yatıştırıyor.
Fakat travmatize bireylerde korteks korku tepkisini dindiremiyor. Kolk’a göre travma sonrası stres bozukluğu yaşayan kişilerde, frontal korteks huzursuz amigdalanın esiri oluyor; görülüyor ki düşünmenin yerini duygular alıyor. Travma sonrası stres bozukluğuna sahip insanlar çok küçük bir uyarana bile sanki hayatları tehlikede gibi tepki veriyor (Kline ve Levine 2022).
Düşünceler değil de duyguların (amigdalanın) esiri olan bir beyin, arzulu görmenin var olduğunun ötesinde vahşet (travma, yas, ayrılık vb.) gibi durumlarda da kendini gösteriyor olabilir mi? Travma yaşamış bir insan olay anında her zaman bağıramaz, ağlayamaz bazen donma tepkisi de gösterir. Bu donma eğer çözümlenmezse insan vücudunda birikir (Kline ve Levine, 2022). Kavga görünce izlememiz, futbol maçlarındaki yüksek tansiyondan haz almamız, Kurban Bayramında kan akıtmakta beis görmememiz belki de bireysel travmaların “donma” tepkisinden çıkmak isteyip enerjinin “kitlesel” olarak dağılması mıdır? Kitlesel vahşetlerden kendi donmuş travmalarımızı eritmek istiyor olabilir miyiz?
Vahşetten Kaçmak Mümkün Mü?
“İncir ağacının incir vermesine şaşmak nasıl tuhafsa, evrenin kendi meyvelerini vermesine şaşmak da tuhaftır” der Marcus Aurelius Kendime Düşünceler kitabında. Peki biz neden hayatın meyvelerinden kaçıyoruz? Acı gibi aşkta, ayrılık gibi mutlulukta, ölüm gibi sevinçlerde bu hayattan gelen meyveler değil mi? Vahşet her şekilde karşımıza gelebilir; bazen yas, bazen ayrılık, bazen travma; bize anlatacakları, gösterecekleri vardır. Yaşamın sonunda hepsine bizi güçlendirdikleri için teşekkür ederiz, o acıları çekmemize neden olanlar onlar değil gibi. Hepsi hayatın meyvesidir, fakat meyveler bazen güzel anlar gibi tatlı, bazen kötü anılar gibi acıdır.
“Yağmur yağacak ve yağacak
Tıpkı yıldızlardan dökülen gözyaşları gibi
Yağmur yağacak ve söyleyecek
Ne kadar kırılgan olduğumuzu
O kadar kırılganız ki…”
Julio Iglesias – Fragile
Her ağaç mevsimini bekler meyve vermek için. Bizim de mevsimler gibi kötü dönemlerimiz gelir. Hem kendi başımıza gelenleri yaşarız, hem de başkalarının başına gelen vahşetlere tanıklık ederiz. İyi günler, kötü günlerin de geleceğini; acı meyveler, tatlı meyvelerin de olduğunu hatırlatır. Bir ağaç vaktinden önce meyve veremez, çiçekler vaktinden önce açamaz. Peki bizim tüm bunlar için vaktimiz var mı?
KAYNAKÇA
Aurelius, M. (2022). Kendime Düşünceler (E. Ceren, çev.). İş Bankası Yayınları.
Bruner, J. ve Minturn, A. (1955). Algısal tanımlama ve algısal organizasyon. Genel Psikoloji Dergisi, 53(1), 21-28.
Cloitre, M., Stolbach, B. C., Herman, J. L., Van Der Kolk, B. A. Pynoos, R., Wang, J. ve Petkova, E. (2009). Karmaşık TSSB’ye gelişimsel bir yaklaşım: Semptom karmaşıklığının yordayıcıları olarak çocukluk ve yetişkin kümülatif travması. Travmatik Stres Dergisi, 22(5), 399-408.
Herman, J. (2015). Travma ve İyileşme. (T. Tosun, çev.). Literatür Yayınları.
Iglesisas, J. (1994). Fragile. Erişim adresi: https://rateyourmusic.com/artist/julio_iglesias
Levine, P. ve Kline, M. (2022). Bir Çocuğun Gözünden Travma. Butik Yayıncılık.
Tan, A. (2021). Beyin Gelişimine ve Nörofelsefeye Göre Kötülük Problemi (The Problem of Evil in The Scope of Neurophilosophy and The Development of Brain).
Vedantam, S. ve Mesler, B. (2022). Kullanışlı Yanılgılar. Okuyanus Yayınları.