Perşembe, Kasım 21, 2024

Nasıl Görünüyorum?

-

İnsan nasıl göründüğünü görebilmek için başka gözlere ihtiyaç duyar. Başka gözler, çok uzakta değil, kısa bir göz mesafesinde, yakındadır. Kişiye birincil bakımı veren nesnenin, ona nasıl baktığı, baktığında ne gördüğü kişinin kendisini nasıl gördüğünü etkiler (Lemma, 2010).

Kişinin ne kadar sevilebilir, değer verilebilir, hayata çıkabilir olduğu gibi meseleler de bu bakışla ilgilidir. İlk bakışla birlikte bebek, çok çok yakından odaklanabilme becerilerinin yardımıyla adeta birincil nesnesine kilitlenir ve yüzüne oranla büyük olan gözleriyle onu da kendine kilitler. Uzun süren bakışmalar eşliğinde, birincil nesnenin yüzünden yansıyanlarla kendi gerçekliğini inşa eder (Krueger, 1989).

Bebeğin gerçekliği, öncelikli kaynağını düşlemlerinden alsa da düşlem, dış gerçeklikten bağımsız değildir (Segal, 1991). Düşlemler hem dış gerçeklikten etkilenir hem de onu etkiler. Dolayısıyla kişinin nasıl göründüğü sorusu sorulduğunda düşlem ve gerçeklik dolaylarında, ötekinin gözündeki gerçeklik sorulmuş olur.

Ötekinin Gözündeki Gerçeklik

Ötekinden gelen yansımaların, içeride anlamlı bir yere yerleşmesi önemlidir. Eğer ötekinden, kişinin kendi gerçekliğine ilişkin bir yansıma gelmezse kişinin nasıl göründüğü karmaşıklık yaratır. İçeride sabit bir imge oluşamadığı için kişi hep ötekinin yüzüne dönmek, ötekinden kendine bakmak zorunda kalır. Ne var ki ötekinin de tamamen şeffaf ve pürüzsüz bir yüzeyinin olmayışı- kişiyi olduğu haliyle, eksiksiz yansıtmasının imkânsız oluşu- kişiyi belirsizliğin tedirginliğinde bırakır. İnsanın ilişkisel doğası tam da bu belirsizliği tolere edebilmek için kişiyi  paylaşılan bir gerçekliğe davet eder ve insan, yansımadaki boşluklar içinde kendini görebilmek için çabalar.Fakat kişinin kendisini ötekinden yansıyan imgesi üzerinden tanıması her zaman bir ‘yanlış tanımadır’ (Silverman, 1983).  

Lacan (1977), bebeğin kendini öncelikle parça duyumları eşliğinde görmeye başladığını anlatır. Görme, dokunma, koklama, duyma, tat alma kanallarından alınan veriler, kendilik algısını biçimlendirse de bütünleşme için bir ötekine ihtiyaç duyulur. Annesel nesne, bebeğin kendini görebilmesi için (Winnicot, 1962) bir portal oluşturur. Annesel nesnenin yüzünde gerçekleşen milisaniyelik jestlere bile aşırı hassasiyet gösterilir. Hassasiyet bebeğin varlığına tanık olunma ve varlığının tasdik edilme ihtiyacı ile ilgilidir. Annenin yüzü bebeğin var olduğunu hissettiren duyularının ilk kez anlamlı bir bütünlükte birleşip tekrar kendisine yansıyabilmesi için ayna işlevi görür (Lacan, 1977).

Ayna evresinde duyumların kendilerine özel hükümranlığı yıkılır ve bütünleşmenin tekliğine geçilir. Ayna evresi, benliğin arzularına mihenk olacak olan, içsel ve dışsal bir bütünlük düşleminin temelini oluşturur (Grosz, 1994).  Bütünlük düşlemi, kişinin kim olduğuna ilişkin algısı ile ötekinin onu nasıl gördüğüne ilişkin algısının örtüşmesidir.

‘Nasıl görünüyorum?’ sorusu, kişinin parçalanmışlığa, dağılmışlığa ilişkin endişesi ve bir toplanma, toparlanma, bütünleşme talebi olarak okunabilir. Talep, iç ve dış gerçekliğin birbiriyle örtüşmesine yöneliktir.

İlk bütünleşmeyi sağlayan birincil özdeşleşme bu açıdan bütünleşmeye ait bir zafer anı olarak algılanmasının yanında geride kalanın tüm güçlü fantezilerine yönelik özlemi de içerir (Evans, 1996).

Çocuğun karşılaştığı gerçeklik, annesel nesne özelinde sabit kalmayıp, annesel nesnenin işaret ettiği, gösterdiği yere doğru esner: annenin arzusuna doğru (Lacan, 1977). Dolayısıyla annenin arzu nesnesi olmak öncelikli hale gelir (Britton, 1998).  Annenin arzusu bir üçüncüye işaret ettiğinde anne-bebek simbiyozu kesintiye uğramış ve arzunun şiddeti dengelenmiş olur (Lacan, 1977). Ve bebek, kendisini anneden ve anneden gelen yoğun yansıtmalardan ayıracak bir aralık yakalamış olur.

 Yansımaların çarpıtılması

Kişinin nasıl göründüğüne ilişkin sorusuna gelecek yanıt her zaman belli düzeylerde çarpıtmalar içerir. Çarpıtmalar, nesnenin iç gerçekliğinin öznel doğasından kaynaklanır.

Lemma (2009), annesel nesnenin bebeğe üç ayrı bakışını ve bebeğin bunlara göre ‘oluşunu’ ele alır.

Bunlardan ilki ‘tek yönlü- opak anne‘dir. Opak anne, bebekten gelen tüm uyaranları yutar ve bebekten gelenlerin tekrar dışarı çıkmasına, bebeğe geri dönmesine izin vermez. Bebek, anneye kendi varlığını görebilmek için bakmasına rağmen hiçbir şey göremez. Duvar ile karşılaşır. Yansımadaki opaklık, bebeğin nesneyi kendinden ayırabilmesini sağlayan simgeleştirme kapasitelerini körelttiği için (Segal, 1991) bebeği içinde gittikçe genişleyen bir boşlukla bırakır. Bebek kendine baktığında anlamsız bir boşluk görür. Boşluk, dağılma ve parçalanma hislerinin sıklıkla eşlik ettiği psikotik bir durumu çağrıştırır.

Lemma, annesel nesnenin ikinci bakışını narsisistik bir düzlemde tanımlayarak, annesel nesnenin bebeğe kendini görmek için baktığını ve bebeğin de nesneye baktığında gördüğü gerçekliğin tamamen nesneyle dolarak tıkandığını anlatır. Annesel nesne, tüm gerçekliği kaplar ve bebeğe özel bir alan açmaz. Bu durumda kendisinin dolduracağı boşluklardan mahrum kalan bebek, gerçekliğe uyum sağlayabilmek için anneyle kaplanır ve onunla ilkel bir düzlemde özdeşleşir. Bebek kendini ‘anne ve onun uzantısı’ olarak görür.

Üçüncü bakış, annenin bebeğe reddedici ve düşmanca bir yansıtma ile bakmasıdır. Bebek, opak bir yansıtmada olduğu gibi yansıtmanın içeriğindeki yokluk veya narsisistik yansıtmada olduğu gibi  yansıtmanın içindeki  tıkanıklık ile karşılaşmadan ziyade annenin aktif ve saldırgan yansıtmasıyla karşılaşır. Annede bir hareketlilik ve canlılık vardır fakat yıkıma yöneliktir. Bebek de kendini yansıtmadaki istenmeyen, zarar veren ve saldırgan biçimde bir ‘canavar’ imgesi ile özdeşleştirir ve öyle görür.

Frankestein’ın canavarı (Shelley, 1994) bu yansıtmaya güzel bir örnek olabilir. Kendisine ilk bakıldığında iğrenç bir canavar görülen yaratığın  kendini başka bir şekilde görme fırsatı elinden alınmış olunur. Yaratık, farklı aynalar arayarak kendini farklı şekillerde görmeye çalışır. Ama kendine  her bakıldığında, kendisini ilk gören gözleri görür. Ve yaratık, ancak onu ‘görmeyen’ birinin gözünde kendini görebilmek için gerçek bir aralık bulur.

İnsan nesnesine kendini görebilmek için bakar fakat nesnenin tam olarak bilinemez, kavranamaz, açılıp dökülemez içi nedeniyle bilinmeze yönelik delice bir merak ile dolar (Klein, 1931). İnsanın zamanla yansıtma, özdeşleşme hamurunda yoğruldukça karşılaştığı anlam, kendisini nesnesinden bağımsız göremeyeceği üzere nesnesine olan bağımlılığını hatırlatan bir anlamdır. İnsanın kendini nasıl gördüğü ötekini nasıl gördüğüyle, ötekini nasıl gördüğü de kendini nasıl gördüğüyle ilişkilidir. Ve gerçeklik de bu yansımaların iç içe flu zemininde deneyimlenir.

Kaynakça

Britton R (1998). Belief and imagination: Explorations in psychoanalysis. Routledge.

Evans, D. (1996). An Introductory Dictionary of Lacanian Psychoanalysis. Routledge.

Grosz, E. (1994). Volatile bodies: Towards a Corporeal Feminism. Indiana University Press.

Lacan, J. (1977). The Four Fundamental Concepts of Psychoanalysis. Hogarth Press.

Lemma, A. (2009). Being seen or being watched? A psychoanalytic perspective on body dysmorphia. International Journal of Psychoanalysis 4:753-771.

Lemma, A. (2010). Under the Skin: A Psychoanalytic Study of Body Modification. Routledge.

Klein, M. (1931). A contribution to the theory of intellectual inhibition. International Journal of Psychoanalysis, 12:206–218.

Krueger, D. (1989). Body Self and Psychological Self. Brunner/Mazel.

Segal, H. (1991). Dream, Phantasy and Art. Routledge.

Shelley, M. (1994). Frankenstein or the Modern Prometheus. Penguin Books.

Silverman, K. (1983). The Subject of Semiotics. Oxford University Press.

Winnicott, D.W. (1962). Ego integration in child development. In: The Maturational Processes and the Facilitating Environment (56-63).

Önceki İçerikKendini Arayan Gafil
Sonraki İçerikVaroluşsal Nasır

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son yazılar

Estetikten Öğrenmeye: Ruhsallıkta Boşluğun İzleri

Yüzünü uzak tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Göremiyorum Yüzünü yakın tut biraz Dünya geçiyor olanca görkemiyle Tat alamıyorum -Şükrü Erbaş Her deneyim anlardan oluşur. Nitekim...

Varoluşsal Nasır

“Vahşet gömülmeyi reddeder. Halk arasındaki inanışlar Hikayeleri anlatılana kadar Mezarlarında yatmayı reddeden Hayaletlerle doludur.” Judith Herman, Travma ve İyileşm Bizim kültürümüzde kötü haber tez yayılır,...

Nasıl Görünüyorum?

İnsan nasıl göründüğünü görebilmek için başka gözlere ihtiyaç duyar. Başka gözler, çok uzakta değil, kısa bir göz mesafesinde, yakındadır....

Kendini Arayan Gafil

                        “Kim korkmamıştır otururken kendi kalbinin perdelerinin önünde?Rilke Bu yazı, sözlerini Ahmet Ali Arslan’ın...

Psikanalitik Aile Terapisi

Psikanalizin felsefi alt yapısı kişinin öznelliğinin ve bireysel öyküsünün altını çizer. Ancak psikanalitik kuram kişinin ruhsal gelişimini yakın çevresi,...

Kutsal ve Söz

Aslen sözcükler birer sihirdi. Günümüzde bile söz eski sihir gücünün çoğunu muhafaza etmiştir. İnsan insanı sözle mutlu edebilirken yine...

Narsisistik Füzyon Talebi Olarak Haset

Aman ha! iyiliğini, güzelliğini, zenginliğini, başarını,sağlamlığını gösterme; haset edilirse yıkıma uğrar. Nazar, nesnelerin kendilerine ait güzelliği, ihtişamı, iyiliği sergilemelerine karşılık;...

Kohut’a Kısa Bir Giriş

1913 yılında Viyana’da dünyaya gelen ve psikanaliz serüvenini Chicago Psikanaliz Enstitüsü’nde sürdüren Heinz Kohut, kuramsal farklılıklardan dolayı yollarını ayırana...