“Ahh bi büyüsem…”
Bu cümle bir kısmımızın çocukluk yaşantılarına bazen çok sesli bir biçimde, bazen ise sesimizi sadece bizim duyduğumuz şekilde eşlik etmiştir. Çocuklukta bizim için büyümek; erişemediğimiz mutfak raflarına boyumuzun yetmesi, ablamız ve arkadaşları ile birlikte dışarı çıkıp belki sinemaya gitmek, hava kararsa dahi evde bulunmanın zorunlu olmadığı anlamına gelmekteydi. Ancak başta da ifade edildiği üzere bunlar bir kısmımız için geçerli. Genellemelerden uzaklaştığımızda, herkesi kendimiz gibi zannetmediğimizde bir başka grubun daha varlığına tanık oluyoruz: Görünürde yetişkin olsa da yetişkin gibi ol(a)mayanlar, büyümekten korkanlar…
Yetişkinlik Dönemine Dair Bazı Kuramsal Açıklamalar
Gelişimimizin belli dönemlerden geçtiğini ve her bir dönemin bedenimizde, zihnimizde ve ruhumuzda farklı tesirleri olduğunu görürüz. Psikososyal Gelişim Kuramını ortaya koyan Erikson’ a (1968) göre insanın gelişim süreci sekiz evrede incelenebilir ve bu gelişim süreci yaşam boyunca devam eder. Söz konusu sekiz evreden biri ergenlik, diğeri ise genç yetişkinliktir. Ancak Erikson özellikle sanayi toplumlarında “uzamış ergenlik” durumundan söz etmekte, fakat bunu ayrı bir dönem olarak ele almamaktadır. Bu kavram daha sonra Arnett (2000) tarafından “beliren yetişkinlik” olarak isimlendirilecek olan gelişim dönemine iyi bir zemin hazırlamıştır.
Erikson gibi yaşamın belirli evrelerden oluştuğu düşüncesini savunan bir diğer isim olan Levinson (1978) Yaşam Yapısı Kuramında “yetişkinliğe giriş” döneminden söz etmektedir. Bu dönemde bireylerin bir mesleğe başlama, aile kurma gibi yaşantıları edinmesi beklenmektedir.
Son olarak “Gençlik Kuramı”nı ortaya koyan Keniston (1971) ise ergenlik ve genç yetişkinlik dönemleri arasında bir dönem daha olduğunu öne sürmüştür.
Tüm bu kuramsal açıklamalar doğrultusunda Arnett (2000) ergenlik dönemi sona ermek üzereyken ve yetişkinliğe doğru geçiş başlamışken “beliren yetişkinlik” olarak ifade ettiği ve ortalama 18-25 yaş aralığını kapsayan bir dönemle karşılaştığımızı söylemektedir. Beliren yetişkinlik dönemi birey için yetişkinliğin getirdiği rol ve sorumluluklara hazırlandığı, belirsizliklerin yaşandığı, bireyin ne ergen ne de yetişkin olarak adlandırıldığı bir dönemdir diyebiliriz. Bireysel farklılıkların esas olduğunu zihnimizde bulundurarak yetişkinlik ve bu döneme dair rollerin hepimizde aynı şekilde ortaya konulmadığını daha iyi anlamak için Peter Pan’dan bahsetmek faydalı olacaktır.
Peter Pan ya da Büyümeyen Çocuk
Barrie’nin (1904) “Peter Pan ya da Büyümeyen Çocuk” isimli oyunu ve ardından 1911 yılında “Peter Pan ve Wendy” ismiyle yayımlanan kitabını belki okuma fırsatı bulmuşsunuzdur. Eser Peter Pan isimli büyümek istemeyen, periler tarafından dilek hakkı verildiğinde annesini görmek isteyen, hayal kurmayı seven, kanatları olmayan ama uçabilen bir çocuğun öyküsünü anlatmaktadır. Eserin yazarı Barrie’nin hayatını incelediğimizde kendisinin henüz altı yaşındayken kendinden birkaç yaş büyük abisini kaybettiğini ve annesini teselli etmek için abisinin kıyafetlerini giydiğini, abisi gibi davranmaya başladığını okuruz. Barrie’nin giderek kendi olmaktan uzaklaşıp abisi gibi olmaya, onun rolünü üstlenmeye başladığını öğreniriz. Anneyi teselli amacıyla çıkılan bu yolda ne yazık ki Barrie’nin bedensel ve ruhsal gelişimi olumsuz etkilenmiştir. Barrie, 2-15 yaşları arasındaki çocuk ve ergenlerde aşırı stres altında kalma ve baskı sebebiyle “psikososyal cücelik” adı verilen büyüyeme sorununu yaşamıştır. Barrie bir yetişkin olduğunda boyu 140 cm civarındaydı ve iskelet sisteminde de bozukluklar vardı.
Peter Pan Sendromu
Barrie’nin eserinden seneler sonra Psikanalist Dr. Kiley’nin (1983) gördüğü vakalardan yola çıkarak Peter Pan Sendromu adını verdiği bireylerin ruh sağlıkları açısından açık bir tehdit olan durumla karşılaşırız. Her ne kadar sendrom olarak adlandırılsa da Dünya Sağlık Örgütü tarafından ruhsal bir rahatsızlık olarak görülmeyen Peter Pan Sendromundan muzdarip kişilerde öne çıkan özellikler incelendiğinde; sorumluluk almamak, yalnızlık, tedirginlik, cinsel rol çatışmaları, narsisizm ve şovenizm gibi durumlardan söz etmek mümkündür (Kiley, 1997). Çocukluktan itibaren bakım verenleri tarafından hiçbir girişimde ya da talepte bulunmadan neye ihtiyacı olduğu söylenen ve yerine getirilen, sınırsızlıkla karşı karşıya olan çocukların yetişkinliğe geçiş sürecinde okulda bir ödevin, iş yerinde bir projenin, ailede bir çocuğun sorumluluğunu üstlenmesi oldukça zor belki de imkansız olacaktır. Yine çocukken yaşadığımız evin duygusunu şöyle bir durup düşündüğümüzde belki de bize korku ve tedirginlik hissettirdiğini fark ederiz. Bu tedirginlik yetişkin olmaya hazırlandığımızda ve sonrasında da yakamızı bırakmayabilir. Korku ve tedirginliği yaşarken eğer yanımızda bunu paylaşacağımız en azından bir kişiyi bulamamışsak yalnızlık da artık bu duygulara eşlik etmeye başlamakta ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde bizimle yola devam edebilmektedir.
Büyüme Korkusu
Kiley’nin (1997) çalışmasından farklı olarak Ateş ve Özden-Yıldırım (2018) genç yetişkinlik döneminde, yani 25 yaşını geçmiş bireylerin kendilerini yetişkin olarak tanımlayamayıp kabul edememesi ile kendini gösteren “büyüme korkusu” adını verdikleri yeni bir kavramı alana kazandırmışlardır. Sosyal ve duygusal açıdan yalnızlık, romantik ilişkileri sürdürmede zorlanma, evliliğe yönelik negatif tutumlar, bağımsız yaşamaya hazırlanmada ve sorumlulukları içselleştirmede zorlanma alt boyutları ile ele alınan kavrama ilişkin (Ateş ve Özden-Yıldırım, 2018), Türkiye’de yapılan bir araştırmada anksiyete, depresyon, olumsuz benlik, somatizasyon (ruhsal problemlerin bedensel belirtilerle ifade edilmesi) ve hostilite (düşmanlık, öfke) ile büyüme korkusunun ilişkili olduğu, kadınlar ve erkekler arasında büyüme korkusu açısından anlamlı bir fark olmadığı tespit edilmiştir (Ateş ve Özden-Yıldırım, 2020). Hayran’ın (2020) hazırladığı tez çalışmasında ise erken dönem uyumsuz şemaların büyüme korkusunu etkilediği sonucu ortaya çıkmıştır. Bu sonuçlar bize erken dönem yaşantılarının ne denli önemli ve belirleyici bir faktör olduğunu, yetişkin olma sürecinde anksiyete ve depresyon gibi ruhsal rahatsızlıkların bizi büyümekten korkar bir hâle getirebileceğini göstermektedir.
Sonuç
Ele aldığımız tüm bu kavram ve kuramsal açıklamalar ışığında denilebilir ki büyümek; kimilerimizce bir yetişkin olmaya adım adım yaklaştığımızda arzu edilen bir durum olmaktan çıkabilir. Ancak ruhun ve bedenin bütünlüğü sağlıklı ve tatmin edici bir yaşam için gereklidir. Bu bütünlüğün sağlanması için büyümenin getirdiği rolleri korkmadan ve isteyerek gerçekleştirmek oldukça önemlidir. Korkularımızı, çekincelerimizi, kaygılarımızı tek başımıza aşamayacağımızı anladığımızda profesyonel bir destek alabilir ve kendimize bir fırsat verebiliriz.
KAYNAKÇA
Arnett, J.J. (2000). Emerging adulthood: a theory of development from the late teens through the twenties. American Psychologist, 55(5), 469-480.
Ateş, N. ve Özden Yıldırım, M.S. (2018). Büyüme Korkusu Ölçeği’nin (BKÖ) geliştirilmesi: Geçerlilik ve güvenirlik çalışması. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(24), 158-175. https://doi: 10.20875/makusobed.380022.
Erikson, E.H. (1968). Identity: Youth, and crisis. New York: Norton.
Hayran, Ş. (2020). Beliren yetişkinlik döneminde büyüme korkusu ile erken dönem uyumsuz şemalar ilişkisinin incelenmesi [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi]. Kırıkkale Üniversitesi.
Keniston, K. (1971). Psychological development and historical change. The Journal of Interdisciplinary History, 2(2), 329-345.
Kiley, D. (1983). The Peter Pan Syndrome: Men who have never grown up. Dodd Mead.
Kiley, D. (1997). Peter Pan Sendromu hiç büyümeyen erkekler. (Çev. S. Kunt). HYB.
Levinson, D.J. (1978). The seasons of a man’s life. Knopf.
Özden-Yıldırım, M. S. ve Ateş, N. (2020). Büyüme korkusu ile erken dönem uyumsuz şemalar ve algılanan ebeveynlik biçimleri arasındaki ilişkilerin incelenmesi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 22(4), 872-884.