Yüzünü uzak tut biraz
Dünya geçiyor olanca görkemiyle
Göremiyorum
Yüzünü yakın tut biraz
Dünya geçiyor olanca görkemiyle
Tat alamıyorum
–Şükrü Erbaş
Her deneyim anlardan oluşur. Nitekim estetik de böyledir. Estetiğin kökeni anne bebek ilişkisine dayanmaktadır. Annenin bebeğe bakımı ve bebeğin ona dokunması insanın ilk estetik deneyimidir. Bir şiirin, bir kompozisyonun, bir tablonun veya herhangi bir nesneyi tutmanın verdiği esrarengiz haz, bebeğin iç dünyasına anne tarafından biçim verilen anlardan oluşur. Bu estetiğin başlangıcı kişisel karakterin gelişimini oluşturur ve bireyi bir nesneyle etkileşime sokan gelecekteki tüm estetik deneyimlerin prototipidir (Bollas, 1978). Denilebilir ki estetik deneyimi bebeğin annenin yüzüyle arasındaki mesafeden, boşluktan doğar.
Bebekte estetiğin ilk ortaya çıkış anı bebeğin annenin yüzüne, dolayısıyla güzelliğine karşı geliştirdiği duyguyla ilişkilendirilebilir. Annenin yüzü ve bedeni ilk estetik nesne olduğu gibi annenin güzelliği de bebeğin dış dünyaya dair zihninde oluşan ilk estetik ön-kavrayışıdır. Ve fakat bu güzelliğin deneyimi beraberinde olumsuz duygular getirebilir. Gerçekten doğum yalnızca anne için değil bebek için de coşkusal bir deneyimdir (Güngörmüş, 2021). Bebek rahmin içinde sahip olduğu belirli bir ilişki örüntüsü bırakıp bambaşka bir ortama doğmaktadır. Bu yaşantı bebek için aşina olandan ayrılma, alışıldık olanı kaybetme demektir ki aynı zamanda içinde kaygıyı barındırır. Söz gelimi her başlangıç zordur ve uyumlanmak zaman alır. Her yeni deneyim doğumdaki gibi bilinmez veya öngörülemez bir ortama girmeye benzer nitelikte duygular oluşturabilir. Bu noktada bizim için önemli, umut verici olanın ve yeni olan her deneyime karşı cesurca konumlanmamızı sağlayanın olumlu içsel temsiller olduğu söylenebilir.
Dış dünyayla, memeyle, annenin sesi ve yüzüyle karşılaşma olan doğum ayrıca kayıp duygusuna da eşlik etmektedir. Memenin varlığı doyum sağlarken memenin yokluğu ise bebeğin bedeninde hissettiği yoksunlukların kaynağını oluşturmaktadır. Bu durum bir estetik nesne olarak anne bedeninin ayrıca zulmedici, acı veren niteliğini temsil eder. Yani içsel bir nesne olan memede/annede cömertlik ve cimrilik; yaşatmak ve öldürmek, güzellik ve canavarlık birlikte bulunur (Güngörmüş, 2021). Bebek memeyle ilgili engellendiğini hissederse düşleminde ona saldırır. Buna karşın meme onu tatmin ettiğinde onunla ilgili hoş düşlemler kurar (Klein, 1937). Bebek dünyaya geldiği andan beri onu “var eden” bir ötekine ihtiyaç duyar. Ardından bebek, ruhsallığının geliştiği çevrede içsel deneyimlerini, somatik yaşantılarını, pek çok olumlu ve olumsuz duygularını üstlenecek, bütün bu süreçleri anlayıp yorumlayıp söze dönüştürecek ve ona geri verecek birini aramaktadır. Bu biri, annedir. Winnicott’a (1967) göre zaten ortada anne olacak biri yoksa bebeğin gelişim görevlerini yerine getirmesi oldukça güçleşmektedir. Winnicott (1967), annenin ve ailenin işlevlerinden bahsederken bebeğin annesinin yüzüne baktığında kendisini gördüğünü iddia eder. Yani bebek annesinin yüzüne bakmaktadır ve nasıl göründüğü ne gördüğüyle ilişkilidir. Bebeğin düşünme becerileri ve simgeleştirme kapasitesi bu anlarda gelişmeye başlar. Annenin üstlendiği bu rol bebeğin ruhsallığının ilk deneyimlerini oluşturmaktadır. Bebeğin anlamlandıramadığı bütün bu süreçler annenin dönüştürücü işleviyle anlam bulur ve düşünme süreçleri, simgeleştirme kapasitenin gelişmesiyle iç dünyası oluşmaya başlayan bebek dış dünyayla güven veren bir ilişki kurmaya hazır hale gelir. Ancak annenin kapsayıcı işlevlerindeki (Bion, 1962) eksiklik, bebeğin duygulanımlarını anlamlandıramaması, dönüştürememesi ruhsal aygıtta boşluğa neden olmakta ve öğrenmenin öncülü olan simgeleştirme becerisinin önünde bir engel teşkil etmektedir (Zabcı, 2021). Yani boşlukla bir başına kalan bebek annesi tarafından kapsanmadığında, duyumları ve duygulanımları, yıkıcı ve saldırgan dürtüleri anlamlandırılıp dönüştürülemediğinde yaratıcılığı gelişememekte, ruhsallığı öğrenmeye açık hale gelmemektedir.
Ayrıca aşırı bir biçimde var olan, hiç boşluk bırakmayan bir anne -ki bu nüfuz eden anne imgesini çağrıştırır- çocuktan önce ve onun yerine düşünerek çocuğun eksikliğe toleransını ketlemekte ve böylelikle kendi başına kalma kapasitesinin (Winnicott, 1958) oluşmasını da zayıf kılmaktadır. Nitekim öğrenme için gerekli ruhsal araçlardan biri eksikliğe tolerans geliştirme ve onu dönüştürebilme yetisidir (Zabcı, 2021). Eksiklikle, boşlukla yüzleşip bu endişeleri aşabilen ve bunu dönüştürebilen kimseler öğrenebilir, öğrenme ve elde etme arzusunu barındırabilir. Bu boşlukla yüzleşememek ruhsal anlamda motivasyon süreçlerini engelleyebileceği gibi depresif endişeyi de beraberinde getirebilir.
Zabcı’ya (2021) göre kayıp sorunsalının oluşturduğu endişe çocuğun ruhsallığının merkezinde olduğunda öğrenme süreçlerine yatırım yapmak zorlaşır. Annenin “varken” olmaması yani duygusal anlamda yarattığı boşluk çocuk için annenin gerçekten yokluğundan daha zordur. Annenin yokluğu çocuğa eksikliğin, boşluğun karşısında istinat edebileceği bir nesnenin eksikliğini yansıtmaktadır. Düşünme kavramını irdelediği yazısında Bion (1962), bebeğin düşünce süreçlerini yok-meme ve “namevcut” meme deneyiminden hareketle hüsrana tahammül edebilme yetisiyle ilişkilendirir. Bebekteki hüsrana tahammül edebilme yetisi yeterliyse yok-meme bir düşünce haline gelmektedir ve o düşünceyi “düşünme” aygıtı gelişmektedir. Bu durumu Freud’un (1911) Zihinsel İşleyişin İki İlkesi yazısındaki atıflarla ilişkilendiren Bion (1962), düşünme becerisinin gerçeklik ilkesinin hakimiyetiyle eş zamanlı olarak geliştiğini vurgular. Nitekim bir arzunun hissedildiği anla, arzuyu doyurmaya yönelik eylemin arzunun tatminiyle sonuçlandığı an arasındaki hüsran boşluğuna bir köprü kurulmaktadır. Yani düşünme becerisi bu boşluktan doğmaktadır.
Benliğin simgeleştirme yetisinin harekete geçebileceği ve işlerliğini sürdürebileceği arayı sağlayan ara alan, Winnicott’un ifade ettiği gibi geçiş alanı ya da yaratıcılığa zemin hazırlayan olumsuzun, yokluğun alanıdır. Kişi kendi içinde olumsuza, yokluğa yer açabilirse ve ona tahammül edebilirse buradan yaratıcı bir çıkış mümkün olur (Güngörmüş, 2021). Çünkü bütün yaratımlar boşluktan doğar. Duvardaki boşluktan doğru görme eylemini gerçekleştirir, boşluk olduğunda duyarız. İlk var olan şey sözdür. Ve söz boşlukta yayılır.
KAYNAKÇA
Bion, W. R. (1962). Tereddütlü Düşünceler. (N. Erdem, çev.). Metis Yayıncılık.
Bollas, C. (1978). The Aesthetic Moment and the Search for Transformation. Annual of Psychoanalysis, 6, 385-394.
Freud, S. (1911). Zihinsel İşleyişin İki İlkesi Üzerine Formülasyonlar, Metapsikoloji. (E. Kapkın ve A. Tekşen, çev.). Metis Yayıncılık
Güngörmüş, N. E. (2021). Sanatçının Kendine Yolculuğu Sanat ve Edebiyat Üzerine Psikanalitik Denemeler. Metis Yayıncılık.
Klein, M. (1937). Sevgi, Suçluluk ve Onarım. (A.A. Köşkdere, çev.). Kanat Kitap.
Winnicott, D. W. (1958). The Capacity to be Alone. International. J. Psycho-Anal. 39, 416-420.
Winnicott, D. W. (1967). Oyun ve Gerçeklik. (T. Birkan, çev.). Metis Yayıncılık.
Zabcı, N. (2019), Öğrenme Güçlüklerinin Ardındaki Ruhsal/Duygulanımsal Etkenler, içn. “Öğrenme ve
Bilinçdışı”, Psikanaliz Defterleri 3: Çocuk ve Ergen Çalışmaları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.